25 Mayıs 2015 Pazartesi

AKŞEHİR BATI CEPHESİ KARARGAHI MÜZESİ



   Akşehir-Batı Cephesi Karargahı Müzesi, 1965 yılına kadar Akşehir'de Belediye Dairesi olarak kullanılan, iki katlı tarihi binada 1966 yılında ziyarete açılmıştır.Karargah Müzesi binası, 1905 yılında konak olarak yaptırılmış, Kurtuluş Savaşından önce Belediye ve Kaymakamlık olarak kullanılmıştır. Kurtuluş Savaşı yıllarında, Batı Cephesi Karargahı, 18 Kasım 1921 tarihinde Akşehir'e taşınmış, 24 Ağustos 192 gününe kadar, 9 ay 6 gün süre ile bu bina karargâh olarak kullanılmıştır. Atatürk, silah arkadaşları ile birlikte Büyük Taarruz hazırlıkların burada yapmış, Taarruz tarihini burada kararlaştırmıştır.
Kurtuluş Savaşından sonra yine Belediye olarak kullanılan binada (Başkumandan Mustafa Kemal Paşa'nın taarruz emrini verdiği oda, Garp Cephesi Kumandanı İsmet Paşa'nın Çalışma Odası, Garp Cephesi Erkan-ı Harbiye Reise Asım Paşa'nın Çalışma Odası) şeklinde üst kat odaları birer plaka ile işaretlenmiş, o günler kullanılan masa, koltuk, halı gibi eşyalarla Atatürk Odası düzenlenmiştir. Akşehir Belediyesi'nin yeni binasına taşınması üzerine Karargah binası, Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğüne devredilmiş, bu kitabın yazarı tarafından teslim alınarak müze haline getirilmiştir.
1981 yılında yeniden düzenlenen Batı Cephesi karargahı Müzesini girişinde Atatürk Eşyaları sergilenmektedir. Burada bir de "Gaziler Köşesi" düzenlenmiştir.
  Üst katta, Atatürk, İsmet İnönü ve Asım Gündüz odalar vardır. Yaverler için ayrı bir oda ayrılmıştır. Salondaki panolarda Sakarya Savaşından büyük Taarruza kadar gelen sürelerdeki tarihi olaylar yazı ve fotoğraflarla anlatılmış, krokiler sergilenmiştir. Ayrıca Kurtuluş Savaşında Akşehirken Milletvekili olan Hacı Bekir (Sümer)e Zafer Armağanı bir tüfek, bir özel odada Karargahta çalışan subaylara ait fotoğraflar görülmektedir.
  

AKŞEHİR EVİ




    Akşehir’de seksenli yılların sonudur. Bir grup Akşehirli genç, çocukluk hayallerini hayata geçirmeye karar verirler. Önce amatör bir heyecanla 1987 yılında 2000YESOD çıkar sahneye. Yani “2000 Yılında Ev Sahibi Olmayı Düşünenler”. Batı Trakyalı bir Türk olan Turhan Emin’den Ordulu Kani Arslan’a kadar Akşehirli olmayan kimi gençler de “Orada bir şehir var uzakta, O şehir bizim şehrimizdir.” diyerek gruba katılırlar. Sayıları onaltıya ulaşmıştır. Aylık mütevazı aidatların toplamı arttıkça heyecan da artar. İşte tam o yıllarda mimar Cengiz Bektaş, Akşehir Evleri’ni incelemek için geldiğinde görürler ki; düşler ertelenmeden eski bir Akşehir evi satın alınarak işe başlanabilir. Harıl harıl Akşehir’in eski sokaklarında satılık ev aranır. Elde avuçtaki toplanır, yetmeyeni borç alınır. Ve nihayet Makedonya göçmeni bir kereste tüccarı tarafından 1894 yılında yaptırılan şimdiki Akşehir Evi 1991 yılında satın alınır.

   İşin en başında Akşehirlilerle evde toplantılar yapılır. Akşehirli ustalarla oturulur konuşulur; unutulanlar hatırlanır, bilinmeyenler öğrenilir. Çoğu usta ya piyasanın çok altında ya da para bile almadan çalışır. Bir türkü yakarcasına “ Akşehir Evi” bütün bir şehrin oluvermiştir. 16 kişinin maddi, manevi özverisine yüzlerce Akşehirlinin müthiş coşkusu eklenmiştir. Hele o hafızalardan hiç çıkmayan 1994 yılının 11 Haziran günü.. İzdihama varan kalabalığın huzurunda 16 genç insan; Akşehir Evi’ni, analarının ak sütü gibi Akşehir’e helal ettiklerini söylerler.

NASREDDİN HOCA TÜRBESİ





 Orta Çağ döneminde Akşehir ve Konya'da,Selçuklu veya Osmanlı Devleti döneminde var olduğuna inanılan mizah figürü. Nasreddin Hoca, komik hikayeleri ve fıkralarıyla hatırlanan ve aynı zamanda popülistbir filozof olan bilgeydi. Kendisi çoğunlukla hazırcevaplılığı ile tanınır.
  Yakın Doğu, Orta Doğu ve Orta Asya'nın birçok ulusu Nasreddin Hoca'yı sahiplenir. Nasreddin Hoca çeşitli kültürlerde adı daha farklı yazılır, Nasreddin'i genellikle "Hoca", "Molla" ya da "Efendi" isimleri izler. İtalya'da Sicilya adasında halk arasındaki ufak fıkralarda devamlı ismi geçen "Giufà" da Nasreddin Hoca hikayelerinden alınmış olduğu bilinmektedir.
1996-1997 UNESCO tarafından Uluslararası Nasreddin Yılı ilan edilmiştir.
Evliya Çelebi, Nasreddin Hoca hakkında şöyle der;
Akşehir'de büyük din adamı ve değerli zat "El-Mevla Hazret Şeyh Hoca Nasreddin"'in kabri vardır. Kendisi Akşehirlidir. Gazi Hüdavendigar'a yetişip, Yıldırım Hanzamanında şöhret bulmuştur. Fazilet sahibi olup, hazırcevap, keramet sahibi, filozof, din ve dünya işlerini birlikte ve eksiksiz yürüten büyük bir zat idi. Timurlenk ile bir toplantıda bulunmuştur. Timur Han, O'nun şerefli sohbetlerinden hoşlanırdı. Bu sebeple, o büyük bilginin hatırı için Akşehir'i yağma ettirmemiştir. Büyük hocanın sözleri ve latifeleri, bütün lisanlarda atasözü olarak söylenir.(...) Yıldırım Han'ın vefatından sonra, Çelebi Sultan Mehmed zamanında dünyadan göç etmiştir. Akşehir dışındaki kubbeli türbesine defnolunmuştur. Dört tarafı parmaklıkla çevrilidir. Allah rahmet eylesin.
Yazıya geçirilmiş ilk Nasreddin Hoca hikâyesi 1480 tarihli Sauk'un hayatını anlatan Ebu’l Hayr Rumi’nin Saltukname'sinde bulunmaktadır. "Saltukname", Fatih Sultan Mehmet'in oğlu Cem Sultan'ın şehzadeliği esnasında verdiği talimat üzerine Ebül hayr Rumi tarafından yedi senelik bir çalışma sonucunda Türk sözlü geleneğinden toplanarak 1480 yılında tamamlanmış ve kitaplaştırılmıştır. Tahsiline Abdullah Efendi'de başladığı ve tahsilinin sonunda babasının yerine köyünde imamlık yaptığı dönemde vefat ettiği şeklindeki rivayet göz önüne alınırsa, onun, Selçuklular devrinde yaşadığını ve Timur Han ile görüşmediğini dikkate almak gerekir.
Nasreddin Hoca, insanlara doğru yolu gösteren, iyilikleri bildiren, doğruya sevk eden ve kötülüklerden sakındıran bir veli idi. Bu işi yaparken tabiatı icabı kendisine has bir yol tutmuştur. Böylece Hakk'ın anlatılması ve cemiyetteki bozuk yönlerin düzeltilmesi için, meseleyi halkın anlayacağı bir dil ve üslub ile gayet manidar latifeler halinde kısa ve öz olarak dile getirmiştir. Özhan Öztürk Nasreddin Hoca'nın Moğol işgali altında kıvranan Anadolu halkının çaresiz yazgısının sembolü olduğunu, yazılı basının olmadığı bir dönemde yöneticiler ve kamu düzeninin eleştirisinin Hoca’nın ağzından dile getirildiğini yazar  Pertev Naili Boratav .
    Bu latifelerin toplandığı eserlerden biri, Londra´da British Museum´da Haza Terceme-i Nasreddin Efendi Rahme başlıklı yazma eserdir. Ancak bu eserdeki latifelerin bir kısmı, onun üslubuna ve nükte tekniğine uymamaktadır. Nitekim eserin sonunda bu durum: "İşte Nasreddin Efendi'nin kibar-ı evliyadan (Evliyanın Büyüklerinden) olduğuna şek ve şüphe yoktur. Merhumun bu kıssalardan haberi var - yok böyle yazmışlar. Her kim okuyup tamamında bu merhumun ruhu için bir Fatihabağışlarsa, Hak sübhane ve teala ol kimsenin ahir ve akıbetini hayr eyleye" şeklinde belirtilmiştir. Ayrıca, Nasreddin Hocaadlı eserde başka nüktelerine yer verilmiştir.
   Nasreddin Hoca, fert ve toplumu her yönüyle çok iyi tanımış, insanların aile, komşuluk, dostluk, ticari münasebetlerine ait cemiyette gördüğü aksaklıkları düzeltmek ve insanlara nasihat etmek maksadıyla nüktelerle dile getirmiş, onları düşünmeye ve doğruya sevk etmiştir. Sosyologlar ve psikologlar, insanı ve cemiyeti tanıyıp, onların çeşitli yönlerini incelemek için onun latifelerinden çok istifade etmişlerdir. Dönemin ünlü kadılarının bile Nasreddin Hoca'dan yardım ve öğüt aldığı söylenir. Nasreddin Hoca fıkraları, batı dillerine de çevrilmiş ve bu dillerde Hoca hakkında mühim neşriyat yapılmıştır. Bunlar arasında Pierre Mille´in Nasreddin et son épouse adlı kitabı, Edmonde Savussey´in La Litterature Populaire Turque adlı eserindeki Nasreddin Hoca bölümü, Jean Paul Carnier´in Nasreddin Hoca et ses Histoires Turques adlı eserleri zikretmek yerinde olur.